24 Şubat 2009 Salı

Hayat Çok Zor!


Hayat gerçekten çok zor. Patateslerim bir türlü pişmiyor. 45. dakikaya girdiğimiz şu saniyelerde patateslerden hala tık yok. Oysaki kumpir yapmaya niyetliydim, hevesliydim.

Kahrolsun Amerika, Kahrolsun Emperyalizim! Patates illetini sardılar başımıza. Gelmeyelim oyunlara lütfen. Onlar buldu bu patatesi.
Diyeceksiniz ne alaka, açıklayayım. Benim 1 de evden çıkmam gerek ve herşeyimi buna göre ayarladım. Ama patates şu anda görülen 1 saate kadar bile pişmeyeceği.Aslında patatesi beklemek yerine, vatana millete faydalı olacabilecek işler yapabilirdim.
2. seçenek ise patatesi çöpe atmam ama burada da ABD oyunları var. O zamanda para kaybı olmuş oluyor. Kapitalist-Tüketim toplumunun bir parçası olmuş oluyorum.

Neyse bukadar geyik yeter.

20 Şubat 2009 Cuma

La Grande Voyage*

Bitiyor artık. Şuanda Charles De Gaulle(Paris) deyim, Stockholm uçağı kaldı bir tek geriye. Bu sabaha kadar hala Bordeaux-Paris arası bir biletim yoktu. Şanslı olduğuma inanıyorum bu gezmek-tozmak işlerinde. Sabah Bordoeaux de “Air France” ın ofisine uğradım. 48€’ya hemde dayım ve eniştemle aynı uçağa yer buldum. Normalde bu bilete geçen haftalarda baktığımda 150€ gibi birşeydi. Bu yüzdende almamıştım. Hemde Paris-Stockholm biletimle birleştirdim bunu aldığım yerde. Sonuç olarak Bordeaux’da tek check-in yapmış oldum Stockholm’e kadar.

"Rue Saint Catharine"

Bordeaux ile ilgili izlenimlerimi daha üzerine pek zaman geçmeden yazmak iyi olur herhalde. Hemde şu havalimanındaki kalan 40 dakikamı doldurmuş olurum.

Bu ilk kez Fransa’da bulunuşum. Öncelerden bir kıllık , ön yargı söz konusu. Ama Bordeaux’yu çok beğendim gerçi yaklaşık 1,5 gün kalabildim. Bizim hafif İstiklal varimsi bir caddesi var, Rue Saint Catherine. Eski binalar ve bir sürü dükkan. Tabi bu cadde İstiklal’ e kıyasla dar ,ortak yönleri eski yapılar ve araçlara kapalı olması dışında birşeyi yok. Ha unutmadan birde Çiçek Pasajı bulduk ki komedi. İçeride akordiyon çalıp romen-türk şarkıları söylüyorlardı. Bizde içeri girip takıldık bir müddet. Durumuda orada anladık. Romanyada bir casino’da müdür olan Türk ve onun Romanyada ki Türk arkadaşlarıda maçı izlemeye gelmişler. Yaygarada ondan kopmuş. Eğlenceliydi baya oda, hatta bir ara Erman Toroğlu felamda takıldı oradaki gruba.

"O Çiçek Pasajımsı şey, arkada akordiyoncu amca felamda görünüyor."

Azcık dolaşabildiğim kadarıyla akılmda 3 mağaza kaldı. Mollat,Virgin ve Fnac. Virgin ile Fnac aynı yolun yolcusu, devasal D&R’lar cd-dvd kitap vs. Vs. Etkiliyici olmaların nedeni bence büyüklüklerinden olsa gerek. Aynı Mollat gibi Bordeaux’e gitmeden Aceto’nun blog’unda aşırtıp fotosunu koyduğum şu kitapcı. Kitaplar görebildiğim kadarı ile Fransızca sadece. Ama ona rağmen içerde 1 saat geçirebildim. Çünkü inanılmaz bir büyüklüğe sahip ve mağaza tasarımı çok sade hoş olmuş. Hele o çizgi-roman bölümünde Fransızca bilmediğim için hayatımda ilk defa pişmanlık duydum. Tek kelime ile:Etkileyicidi. Ortak bir tarif bulmam gerekirse. 100m^2 lik bir yerin tıkabasa sadece çizgiroman olduğunu düşünün. Süperdi.

Aslında Bordeaux’un bittiği an bugün havalimanına giderken değilde dün gece oldu. Fuat(eniştem) ile "Place De La Comedie" meydanında pub-lounge tarzında bir yer bulduk. Amaç birer birşeyler içip kaçmaktı başka yere. Bu kararı alırken saat 11di. Ama işte herzaman tutmuyor bu planlar. 1 şişe whiskey bitirdikden sonra ikimiz basan hararet ile dışarısında oturduk. O an bütün yol işkencesi ve bana kayan yol masraflarına değdiğini düşündüm. Alttaki fotoğrafı ancak sabah çekebildim dün gece oturduğumuz noktadan.

"Place de la Comedie"

Bu binalar gece ışıklandırılmıştı. Ee sokakda da tek tük insan vardı. Nese gecenin bitişi 2. Şişenin bitişiyle oldu, benim içinde Bordeaux gezisi tamamlanmış oldu. Şu an yazdıklarıma baktımda o an aldığım keyfi gerçekten tarif edememiş hiç. Yazarak edebileceğimde sanmıyorum pek.

Le Grande Voyage. Evet evet çok güzel zamanda izledim filmi. Hemde benim bu 4günlük macerama çok güzel başlık olmuş oldu. Umarım bi benzerini tekrarlama şansım olur. Plansız,biletsiz...


*La Grande Voyage(Büyük Yolculuk) - Ismaël Ferroukh 2004

18 Şubat 2009 Çarşamba

Rahmetli Çorap

Bu çorap ile bi önceki post'da yazdığım bütün yolu geldim. Ne çorapmış be. Artık yıkansada iflah olmaz. Neyse kendisinin son foto'sunu da blog'a koyayım.
Saygı ile anıyorum. 2677km 23 saatlik yolda ayağıma yapışmıştı artık. Herhalde tıbbi atık diye atarlar bunuda.

Sonunda Bordeaux

"Bienvenue à Bordeaux, buda tren garı kendisinin"

Kendimle gurur duymuyorum desem azdır. Bu yolculuğa çıkarken elimdeki tek adres "Saint Catharina Hotel-Bordeaux" idi. Ve artık oteldeyim.
Alttaki harita katettiğim yolu gösteriyor şaka gibi 3günde, 3ülke ve 2667km google map'e göre. Buraya kadar sadece Stockholm Skavsta- Frankfurt Hahn arasını uçak ile aldım buda 1350 km ye denk geliyor. Gözünüzde canlandırmanız için harita aşağıda.



Nese inanması zor ama Bordeaux'deyim.
Evet evet dışarı çıkıp gezeyim ben etrafı.

TGV'den Post

"TGV böle bişi işte"

Büyük bir hevesle bu post'u TGV'nin içinden yazıyorum. Sanki Bordeaux'e gitmek için bir engel kalmadı.
Eskilstuna'dan Frankfurt' 6 saate ulaştım herşeyiyle.Frankfurttan Paris ise 10 saat sürdü otobüs ile. Parisde otobüs sordum ama bulamadım Bordeaux için. Otobüsde tanıştığım tipler sağolsun yardımcı oldu ve TGV'lerin kalktığı tren gar'ını tarif ettiler. Neyse 20dk sonra kalkacak TGV'ye 68€(680sek) bayıldım.
Frankfurttan Paris'e O403 ile giderken birde film izledim laptopdan. Bir filmin yeri zamanı bukadar mı tutar içinde bulunduğum durum ile. Fransız yapımı bir film ,ismi: La Grande Voyage(büyük yolculuk). Bir ara vakit bulayım yazarım filmin konusunu. Belki bu gezi ile ilgili son post'un başlığıda bu olur.
"O403 deki yaşam alanım Organik Aldi poşeti ve laptopum"

Yaklaşık 2 buçuk saat sonra Bordeaux'deyim. Aslında beklentimde TGV'de internet bağlantısı bulup buradan atmaktı post'u. Bu da Bordeaux'e kaldı.

Fransızlar hakkında ilk izlenim:İngilizce konuşabiliyorlar.
ps1:Bordeaux'e gelince iş değişti burada daha rastlamadım. Otel resepsyonisti dahil.

17 Şubat 2009 Salı

Orda Bir Bordeaux Var Uzakta

Yarin oglen Bordo`da olmam gerek. Hala biletim yok. Sadece Paris´e bilet buldum simdilik.Sabah 7de Paris deyim caresine orada bakacagim.
Tren 168euro idi. Parise otobusu 38euro ya aldim.
Nese elbet varacagim Bordeaux`e ama nasil bilmiyorum?

17 Subat Frankfurt







Hastasiyim Adrenalin!

Benim dogamda var bu, hep yaparim.Yolculuklar tek basina yeteri kadar heyecan vermezler.Ufak degisiklerle daha bi adrenalin salgilayici hal alirlar.Aynen bugün yaptigim gibi. Heycanima heyecan katmak için 19:05deki uçagima havalimanina 18:57 de girerek yaptim. Hikaye ise söyle gelisti efendim:

Bendeniz bütün hafta boyunca Stockholm-Frankfurt uçagini saat 20:05de bilerek yayila yayila uçaga giderim planini yürügülüye koydum. Ve havalimanina gidecek otobüs biletlerimde buna göre ayarliydi. Ancak o gökten vahinin indigi anda içimdeki huzursuzluk Burak'i aramama neden oldu. Saat buarada 18:38 ve ben 19:02de havalimmanýna varacak otobüsdeyim. Burak'in sesi zaten telefonda titrediginde anlamistim, var ters birseyler.Bazen Türk olmak ise yariyor. Söföre hiper-panik sekilde ilk taksi gördügü yerde durmasini söyledim. Taksiye bindim hemen, saat 18:43. Nese taksicisiye durumumu anlatinca içinde bir Türk ruhu bulundugunu anladim

" abi düz yola çikalim basariz"

Tabiki ortada ne check-in nede ryanair e ait birsey kalmis ortada oradaki info ofise giderek basladim aklimdan geçen tüm yalanlari saymaya "otobüs bozuldu beni trene bindirdiler oda bozuldu". Ama alin beni uçagaaa feryatlarima kadin dayanamayip son verdi bide üstüne nutuk çekti

"this plane must be at air in 7 min"

dediginde verebilecek tek cevabim "but it s still at the airport"

nese kadin ugrasmadi benle allahtan daha fazla ve o haremdeki otobusculer gibi konustu bi anda " if u can't run to gate 2 in 2min, u will be stay in Sweden."

Iste bu cümle tatile renk katan cümlelerden biri oldu daha basinda. Pistte kosarak uçak yakalamakda herkesin basina gelen birsey olmasa gerek.Sagolsun Ryanair kapanan kapiyi tekrar açip merdiven sallandirdilar asagi.



Suanda frankfurt'dayim yukardakide halamin evi ve halam sabah uyaninca cektim. Heyecan devam ediyor tabii.Ya yarin yada bugün Bordeaux'a gidecegim ama ortada ne biletim var nede rezervasyonum. Birazdan bi tren istasyonuna gideyim duruma bakacagim. Benle tatile çikacak arkadaslarin yanlarinda bi pasiflora bulundurmalari sanki iyi olur gibi.
Artik Bordeaux'dan yazarim.(hala gidecegime inaniyorum,nasil bir kendime güvense)

ps:yaptigimi lutfen denemeyeniz, bugüne kadar ucak kacirma skorum 2. Sorumluluk almam



15 Şubat 2009 Pazar

Çakma H&M


Foto dün Nora'da çekildi. Bazen İsveçlilerde sivriakıllı olabiliyorlarmış. Dükkan ise bir ayakkabıcı.

Stampa med Leroy




Check that two Swedish guys techno/trance dance moves with easy examples.
English subtitle avaible on the video.

12 Şubat 2009 Perşembe

Benim Olacaksın Bhutan!


Bi ara takmıştım Bhutan'a, bugün google.earth'e bakarken gözüme takıldı tekrar. Bu tarz yerlere hep kaçmak istediğim zaman bakıyorum ıssız olsun, öle izole olsun diye. Genelde adaları seçmiştim bugüne kadar hep kaçamaklarım için: İzlanda,Maderia veya Svalbard gibi. Bhutan'ında benim için yeri ayrı , 4 tarafı toprakla çevrili adaların aksine. Yinede izole olma konusunda onlar kadar başarılı.
Bence Bhutan hakkında daha fazla atıp tutmak yerine orada yaşayan Gamze Deniz'in Bhutan gözlemlerini sözlükden okumak daha lezizdir eminim.

ps:Bahsettiğim suserin ismi Ribbons

otomatikportakal


yer:coop consum
saat&tarih:16:38&12/02
cisim:portakallar ve alışveriş torbası

11 Şubat 2009 Çarşamba

Kitchens of Dorm at 23:25

5th floor

4th floor

3rd floor

2nd floor

1st floor
Time of pics:23:22-23:26

10 Şubat 2009 Salı

Organiğim, Organiksin, Organik!

Dün markette organik bira gördüm. Aklıma gelen ilk soru bu işin daha ne kadar daha boku çıkabilir oldu. Gerçi bu soruyu EFE'nin organik rakısını görünce de aklıma gelmişti.
Hakikaten alan var mı?
Boru değil koskocaman Åbro elbetteki bir pazar araştırması yapıp, ondan sonra karar veriyordur üretime. Fakat yinede sanki kıl olmaya başladım bu herşey herşey organik felam.


Aklıma 2.kattaki komşum geliyor. Kendisi de böyle organik manyağı. Yumurtayı alırken bile organik alıyor. Tavuk kendine organik ki. O organik besin yiyor sıçtığı yumurtayı organik diye biz yiyoruz. Neyse...
Dedim bu tip insanlara daha ne sunabiliriz organik olan ve piyasada hala yaygınlaşmamış veya üretilmemiş olarak.
Aklıma ilk gelenler;
1.Organik Ped: Bunu üretmek aslında kolay %100 pamuk yada benzeri birşeyden üretilirse organik olur gibi me geliyor. Tabii pamuk ,doğal tezekle gübrelenmeli, bu nokta önemli. Birde ped'i yeşile boyadık mı al sana çevreci ped.
2.Organik Prezeratif: İlk gelen aklıma buydu. İki türlü fikir var kafamda. Birincisi muz yaprağı gibi bir yaprakdan üretmek. Diğeri ise nette buldum, geri-kullanılabilir kuzu derisinden varmış. Ama galiba oda benimki gibi hayal ürünü. Pek güvenli olmayabilir ama zaten kondom'a kadar organik alacak adamda olayın sadece artislik tarafındadır.
3.Organik Tuvalet Kağıdı: Bu en basiti düşünmeye gerek bile yok aslında. Al yaprağı sil popunu. Bak oldu bile organik. Hem popomuzda böylece organik kalmış olur.
4.Organik Şampuan: Bana biraz saçma gelmişti. Olmasa yazmazdım zaten. Ama kendisi için bir çok link çıkıyor google'da demekki bu şampuan olayı tutmuş.

Aklıma yada sizden birşey geldikce çoğaltıcam bu postu. E tabi organik şekilde çoğaltacağım hiç şüpheniz olmasın efendim.

8 Şubat 2009 Pazar

En Kısa Ay, En Uzun Tatil

Şubat,bir sürü tatil planın yapıldığı ay oldu. Yılın en kısa ayında en fazla tatil yapmak da ayrı bir güzellik olsun. Elde ne var ne yok diye bir sıralamak gerekirse aslında;

1.Nora: 14 şubat'ta malum sevgililer günü Burak'la Örebronun 1 saat kuzeyinde 5000kişilik bir kasabada kutlamamıza şahit olacak. Bu cümleyi yazarken işin gidişatından korkmuyor değilim. Ama 13şubatta kendilerinin sınavı bittiği için malum 14şubat münasip düştü bize.


"Şu üsteki foto'da her nekadar göl gözüksede. Gittiğimde orada koca bir beyaz buz kütle olacağını biliyorum."

Ama işte bu yerin Nora olması, o apayrı bi hikaye. İsveç'e dersinde ismi Nora olan bir finli kızın hoca ile diyaloğu Burak'ın dikkatini çekmesiyle başlamış olay. Aslında bir diyalog değil. Hoca'nın tek kurduğu cümle:
"Örebro'nun orada Nora diye güzel bir köy var".
Bu cümle Burak'ı ikna etmeye yetmiş artmış bile. Ertesi gün odama geldiğinde Nora'ya gidiyoruz dediği an diyecek cevap bulamadım. Tek diyebileceğim umarım iyi bir yerdir oldu. Burak hocadan duyduğu cümleyi tekrarlayınca. Bir saniye bile düşünmedim. Hoca o bilir elbet köy güzel diyorsa güzeldir. 20dk karar aldık ve 1 saat sonunda 250sek'e gidiş dönüş Nora biletimiz olmuştu.
Şu an elimde herşeyi biletleri olan tek tatil bu. Bir de şu alttaki resim var elimde buda güzele benziyor.




2.Frankfurt: 16şubat Frankfurt gidiş biletimin olduğu ama dönüş biletimin daha olamadığı bir durum. Ryanair sağolsun 5euro'ya aldım gidişimi Stockholm-Frankfurt. Dönüş artık Allah'a emanet. Elbet dönerim. Galiba çok Türk'üm. Gerçektende elbet dönerim düşüncesi var aklımda. Halamda kalacağım 1-2 gece (umarım). Daha üşenipde halama telefon açıp durumu haber veremedim.
Frankfurt bildiğin Frankfurt işte. Gide-gele "bizim oralar" tabirine katıldı kendisi. Önce Zeil'de aval aval yürüyüp vitrinlere bakarım. Aha alttakide Zeil. Bizim biraz istiklalin post-moderni.


Gidmişken 3 katlı Saturn'ede girmemezlik olmaz. Sonra akşamda biraz Main nehrinde yürümece takılmaca. Ucuza sosis ve patates kızartması eşliğinde. O patates kızarmatlarıda kağıt külahda verirler hep. Çocuk gibi yiyorsun güzel oluyor. Akşamda bir kneipe'ye gidersem tadından yenmez. Cuervo iyi bir şeçim gibi.
En nihayetinde Frankfurt bu sıkar uzun olursada.


3. Bordeaux: Bu sene hiç gidemedim diye üzülüyordum Bordeaux'ya malum artık geneleksel hal alan Bordeaux-Galatasaray eşleşmesi yine yardımıma yetişti. Sağolsun dayım ve eniştemde hem kendilerine hem bana bilet otel işini ayarladılar.

Maç 18 şubatta. 18-19şubat için ise otel rezarvasyonum hazır. Muhtemelen Frankfurt'dan geçeceğim gece treni güzel bir opsiyon gibi. Dönüş olarak opsiyonum yine "Allah'a emanet" modeli.
Güzel oluyor Bordeux severim, bir sene görmeyeyim içim huzursuz olur(!) o derece yani. Mollat'da kitap alışverişi.



Sacco'da akşam yemeği, e tabi "Chateaux Bordeaux" şarabıda güzel olur. Birde okyanusa karşı da tekrarlarsak daha ne diyeyim keyif üstüne keyif. Seviyorum bu şehri. Güzel olacak güzel.

Galiba Frankfurt'da bizim oralar derken Bordeuaux de gaza gelip bir ayşe arman havalarına bürünmüşüm. Yemişim bordeaxunu lan ben daha hayatımda Ankara'ya gitmedim. Buda ilk olacak işte.



4. Kiruna/Abisko: İşte dana kuyruk meselesi bunun altında. 27şubatta gidiyorum gidiş dönüş biletim hazır. 1000Sek patladı Norwegian ile. Fiyat aslında iyi Kiruna gibi bir mesafe için tren biletinin de 800sek olup tek yönün 18saat sürdüğünü düşünürsek gayet makul aslında.
69. Enlem. Yani kuzey kutup dairesi içinde yer alıyor kendisi artık. Bildiğin kutup işte.

Kuzey ışıklarını görünce vereceğim tepki için hala kararsızım. Ama ayna karşısında provlarım sürüyor, üstünde çalışıyorum. Bu gezide de herşey iyi güzelde kalacak yerim yok. Hosteller fully booked gibi bişiler mırıldanıyor. Normal bir yer olsa dert etmem alır uyku tulumumu boş bulduğum yere yatarım. Ama malum -20dereceden bahediyoruz iyi bir beklenti ile. Neyse bu "Allah'a emanet" olaynın artık burada patlayacağını düşünüyorum bi yerden sonra. Yinede korkutamaz gözümü hostelsizlik. Haskileri alır koynuma uyurum(!).

Evet evet en heycan verici olan bu işte. Kiruna hakkında fazla bişi yazmak istemiyorum. Gördükden sonra üzerine zaten destanlar yazarım.

------------------------------------------------------------------------------------------

Şubat'a gel malum 1 yılda yapacağımı yapıyorum. Maddi durumda direk kemer sıkma politakısına geçildi. Cuma dışarı çıkılmadı. Ve bu ay çıkılmayacakda. Alkol minumumda tutuluyor. Yemek dışarda olayıda gerektiği kadar. Makarna ve noodle la bi şekilde idare edcem. Diğer türlü patlar bir yerimde, hemde ne patlama. Ama inançlıyım yetcek param.

Birde şu frankfurt-bordeaux yoluna bir limon bulsam daha ne.Böyle sapsarı beyaz kağıtla sarılmış olanlardan. Çok sulu da değil kuruda değil. Bi limon işte. Böyle limon sandığında duran gibilerinden. O sandıkda ne yanar ha zaten çıra niyetine kullanılır. Herşeyi yakar anlaşılan.
Neyse konuyuda limon sıkarak kapamış oldum.

6 Şubat 2009 Cuma

Västerås-II


Västerås'a ilk geldiğimde belkide yaşadığım en büyük hayal kırıklığıydı, şu resimde anlatılan şey. İzmir'de buraya gelmek için gün sayarken kafamdaki şehir hep göl kenarına kurulu ,göl ile içeiçe bir yaşama sahipti. Ee malum önce İstanbul ardından İzmir ve yaşadığım yerlere Marmaris/İçmeler'i de katarsak hepsinde de evim(iz) deniz'e 500 metreden daha uzak olmamıştı.
Fakat burada her nekadar gölün kenarında gözüksede şehir meydanı ve merkezi, yaklaşık 1-2 km. içerde gölden. Eskiden fabrikalarla dolu olan göl kenarı ise şimdi konutlaşmaya başlıyor ve göl evleri diye yaklaşık 1.5M SEK'e satıyorlar(yaklaşık 300.000TL). Västerås gibi ufak bir şehirde bir apartman katı için yüksek bir mebla. Ayrıca yürüyüş parkı ve bir kaç açılan restoran da cabası. Aşağıdaki resimde hala depo veya antrepo tarzı yerler olduğu görülüyor göl kenarında. Yanılmıyorsam burası batı tarafı.


Västerås, güzel ama küçük. Deseler 6-7 yıl önce böyle bir şehirde yaşayacağımı ve yaşamımdan memnun olacağımı inanmazdım herhalde. Hele ki ben İstanbuldan sonra İzmir'e gidince "lan burası köy" diyen insan olarak. Şuanda 150.000 nüfuslu bir yerde yaşıyorum. Arada Stockholm'e gidince "ammmaa büyük şehirmiş koca koca binalar" bakışı atan anadolu genci gibiyim. Bu da aslında başka bir post'un konusu onu ilerde yazarım.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Karakter Free

Bazen düşünüyorumda "ben karaktersizmişim ya" felan diye. Çok kolay gaza geliyorum kendimle ilgili kararlarda, blog ismine bak zaten "ver gazı".
Bir film izleyeyim, bir kitap okuyiyım hemen oradakini içten içe taklit etme çabaları. Hele bugüne kadar görüp etkilendiğim kızlarda da aynı durum söz konusu. Kız gotic mi ver baba gazı, giy siyahı. Kız punk(cımı), ya baba ben zaten doğuştan Londra sokaklarında anarşist takılırım ya da kız lüks takımlardansa değme benim havama hayatımda aristokrat okullardan başkasına gitmedim zaten.
Tabii ki gerçekte olan fark bukadar olmasada var değişen bişiler sanki arada, bu sebeblerden. Bu aslında bakış açıma göre değişiyor. Diyorum ki, ulen ne güzel bukelamun gibi adamım her ortama uyarım. Arada tersi esiyor, bir delikanlı ol kalıbının adamı ol bi öle bi böle durumlara gelme diye.
Ya hakket şu yazıyı bile nasıl sonlandıramayacağını bilen adam da karakter ne gezer.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Çoraba Başlık Geçirmek


Bu fotoya ne yazacağımı bir türlü bulamadım. Aklıma o kadar başlık geldiki bu fotoya yakıştırılacak.
"Jobless man, keep goin"
"Adaptasyon öyle olmaz, al böyle olur"
"İçi dışı bir insan"
Neyse galiba en mantıklısı Burak'ın fotoğrafın altına düştüğü notu iletmek olacak.

"sabah uyanınca karşında bir Maria, bir Johanna görmeyi beklerken, çoraplarıyla, iç çamaşırıyla bir cihan görmek..."

Burak'a sevgilerle.

1 Şubat 2009 Pazar

Harika'ya Gel !!!





Var mı pazar gibisi?
Yok anasını satayım
Pazar gibiside yok
Salı gibiside
Hepsi ayrı güzel
Dünyanın 7 harikası

Yoksa Siz Hala İsveçlileştiremediklerimizdensiniz?

Demekki olay Çekosloavaklar da değil. Çin'i bile kullansan bu kalıpta aynı etkiyi -uzun soruyu- yaratmakda.
Adaptasyon. Buakşam kendiminde içinde bulunduğu iğrenç adaptasyon sürecinde bir adım daha aldığımı gördüm.
Gülmek için birşeyler gerekiyor bu ülkede.
Durup dururken gülünmüyor sanki. Saat akşam 10daki insan grubu somurturken, aynı insanlar saat 2 de kahkahaya boğuluyorlar.
Bugün aynı böle bir geceydi benim için. Bütün akşam oturup, laf sokmaya çalışıp(başaramadım) olmayan problemleri kafaya takıp ve tayyibin "van minut" ini düşünüp somurttum. Taki gecenin sonuna kadar, herşey karikatür gelmeye başladı.

Güzel haftasonuydu herkese teşekkürler
 

Free Blog Counter
Poker Blog